Monthly Archives: February 2014

Meryem

Kız Kardeşim Mommo filminin yönetmeni Atalay Taşdiken’in 2013 yapımı filmi Anadolu kadınını anlatıyor diyebilirim.  Film Konya’nın Akşehir ve Beyşehir ilçelerinde çekilmiş. Meryem’i canlandıran Zeynep Çamcı. Kendisi bu filmdeki performansıyla Altın Portakal’da en iyi kadın oyuncu ödülünü almış.

meryem

Meryem bir taze gelin. Kasabanın güzel kızı Meryem’e aynı kasabada yaşayan bir aile talip olmuş. Aile talip olmuş diyorum zira oğlan pek de hevesli değilmiş bu işe. 10 gün içinde Meryem ve talip olan ailenin oğlu Mustafa evlenmişler. Evlendikten altı gün sonra Mustafa İstanbul’a çalışmaya gitmiş.  Meryem de kocasının ailesinin yanında kalmaya başlamış. Kocası olacak adam ona “düzenimi kurunca seni de yanına alırım” demiş ve Meryem’in  sabırlı süreci başlamış. Bu arada kendisine askerlik sonrası travmaları yaşayan bir herif -gerçekte İsmail Hacıoğlu oluyor-  musallat olmuş. Bir yandan bu heriften kaçan Meryem bir yandan da kendisini sevdiğine inandığı kocasının yolunu gözlüyor.

Açıkçası Kız Kardeşim Mommo filmi kadar derinlik yakalayamamış olsam da bu film de izlemeye değer bir film olmuş diyebilirim.  Bu arada Mommo’yu hala izlemediyseniz izleyin derim.  

Captain Phillips

United 93 ve Bourne serilerinin yönetmeni Paul Greengrass’in yönettiği ve usta oyuncu Tom Hanks  ve  Barkhad Abdi adında Somali asıllı Amerikalı aktörün döktürdüğü gerçek hayattan uyarlama gerilim dolu bir film. Bu arada Barkhad Abdi ilk defa bu filmde oynamış. Filmde rol almadan önce özel limuzin şoförüymüş. Rol aldığı sırada şoförlüğe devam ediyormuş. Filmdeki rolünden ötürü birçok dalda en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülüne aday gösterilmiş.

Tom Hanks’in canlandırdığı Richard Phillips  MV Maersk Alabama gemisinin kendi halinde kaptanıdır.  Kaptanın gemisi 2009 yılında yüklerini taşırken Somali yakınlarında Somalili korsanların saldırısına uğrar. İlk başta Richard Kaptan gemisini kurtaracak gibi olursa da başaramaz ve korsanlar gemiye dalar.  Kaptan gemi kaptanlığı kültüründen bildiğimiz bir kaptandır ve gemisini üç beş Somalili korsana bırakacak değildir. Akabinde Kaptan Philips ve korsanlar arasında psikolojik harp başlar.  Gerisi artık oyuncuların oyunculuklarına kalıyor.

İMDB puanı 8.0 olan filmi izlemeye değer.

Bu arada gemisi korsanların saldırısına uğrayan ticaret gemisi kaptanı Richard Phillips saldırıdan sonra kitap yazmış. Senaryoya kendisi de yardımcı olmuş.  Bir hemşireyle evli ve iki çocuk babasıymış. Resimde gördüğüm kadarıyla iyi bir abiye benziyor.  Tom Hanks tarafından canlandırılmak nasıl bir duygu merak ettim şimdi.

Escape Plan – Kaçış Planı

Hapishane filmleri benim özel ilgi alanıma giriyor. İzlediğim ilk hapishane filmi Tim Robbins ve Morgan Freeman’ın başrollerinde oynadığı The Shawshank Redemption. (Namı diğer Esaretin Bedeli) Ondan seneler önce çekilmiş olmasına rağmen Clint Eastwood’un mükemmel Escape From Alcatraz filmini çok sonra keşfettim. Adanın ortasındaki hapishaneden kaçış. Hem de gerçek hayattan uyarlama. Ondan sonra Oz dizisini izledim. Gerçi Oz hapishaneden kaçışı anlatmıyor ama çok daha fazla şeyler anlatıyor diyebilirim. Sonra efsane hapisten kaçış dizisi Prison Break’i hayatıma girdi ki zaten Türkiye’de birçok kişi bu diziden sonra yabancı dizi izleme alışkanlığı edinmiştir diye düşünmekteyim.  En son olarak da Russell Crowe’un The Next Three Days filmini izledim. Burada kahraman kendi kaçmıyor ama suçsuz olduğunu düşündüğü eşini hapisten kaçırmaya çalışıyor. Garibim ailesini kurtarayım diye yapmadığı kalmıyor. Ne hikmetse bu filmi Türkçe’ye çevirenler Kaçış Planı diye çevirmeyi uygun görmüşler.

escape-plan_560140

Son olarak Sylvester Stallone ve Arnold Schwarzenegger yıllar sonra bir araya gelmişler. Gerçi yıllar önce bir araya geldiklerini de hiç hatırlamıyorum.  Mikael Håfström’ün yönettiği Kaçış Planı,  isminden de anlaşılacağı üzere yeni bir hapishaneden kaçış filmi.  Ray Breslin (Sylvester Stallone) hapishaneden kaçış uzmanı. Bir suçlu gibi hapishanelere girip bir kaçış planı yapıp hapishaneden kaçıyor. Derken Ray Breslin’in yakalayıp yakalayacağı bütün açıklar kapatılmış bir hapishane inşa ediliyor.  Kendisi de bu hapishaneye düşüyor ama bu sefer işler biraz karışık ve  azılı bir suçlu  Emil Rottmayer’la (Arnold Schwarzenegger) hapishaneden kaçması icap ediyor ve olaylar gelişiyor.

Filmde inşa edilen tam teşekküllü, kaçılması imkansız hapishanedeki mahkumların çeşitliliği Oz dizisini andırıyor. Özellikle Müslüman mahkumlar Oz’dan fırlamış gibi.  Filmi izlemeden önce sosyal medyada hakkında yazılan yorumlara bakma gafletine düştüğüm için biraz isteksiz izlemiştim açıkçası. Lakin ki izleyince iyi ki izlemişim dedim.  Kaçışsa kaçış, heyecansa heyecan daha ne olacak ki?

İngilizce Kelime Ezberleme Teknikleri

Madem konuyu İngilizce’den açtık oradan devam edelim. Önceki yazılarda bahsetmedim ama İngilizce veya başka bir dili öğrenmede en önemli noktalardan birisi de kelime öğrenmektir. İngilizce’nin bütün kurallarını öğrenmiş olsanız da kuracağınız cümleler bildiğiniz kelime miktarıyla sınırlıdır. Ne kadar fazla kelime bilirseniz o dili o kadar iyi kullanırsınız.

İngilizce kelime ezberleme teknikleri diye Google’a arattığınızda çok fazla sonuç bulacaksınız. Bu dili öğrenmeye çalışan insanların en büyük problemlerinden birisi kelime bilgisinin yetersiz kalması olduğundan insanlar arayış içindeler. Ben de İngilizce öğrenme işinin içinde olduğumdan araştırmalar yaptım tabi. Ne bulduğumu anlatacağım lakin hangi yöntemlerin işe yaramadığından bahsetmem lazım önce: bir kere papağan gibi kelimeleri ve onların anlamlarını ezberlemeye çalışma işi yaş. Onu geçin derim. Sözlüğe kelimeler ve anlamlarını bakıp onları ezberlemeye çalışma işi milyonlarca kişi tarafından denenmiş ve başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bazen ben sözlüğe bakarak günde beş tane kelime ezberlesem haftada 35 kelime, ayda 105 kelime, yılda 1260 kelime öğrenmiş olurum diye düşünürdüm. Lakin ki o iş öyle değildir. Zira ezberleme yöntemi her konuda olduğu gibi burada da yaş arkadaşım. Unutuyorsun. Belki ben geri zekalı olduğum için unutuyor olabilirim bilemem ama bu yöntemi kimsenin tavsiye ettiğini duymadım görmedim.

Bir de hafıza teknikleriyle kelime ezberlettiğini iddia eden tacirler var.  Hazırladıkları videolarda İngilizce kelimeleri çağrıştıracak olaylar var. Onları dinleyerek İngilizce kelimeleri ezberliyormuşsunuz. Ben İngilizce kursuna başladıktan sonra kelime ezberlemek için bir ara bunları araştırmıştım. Youtube’dan birkaç video izlemiştim de sarmamıştı. Mesela “carpet” kelimesini öğretmek için verdikleri örnek şöyleydi: “kar yağıyordu evin çatısı yoktu kar pıt pıt diye halının üzerine düşüyordu.” Kar ve pıt kelimelerini birleştirip oradan carpet’in okunuşunun “karpıt” olduğu ve anlamının da “halı” olduğu insanların aklında kalacakmış. Sizi bilemem ama zor iş. Ben uğraşamam şahsen. Yüzlerce kelimeyi bu şekilde akılda tutmak pek de mantıklı gelmiyor. Zaten ben bu şekilde yüzlerce kelime ezberledim diyen biriyle de karşılaşmadım hiç.

Kelime ezberleme konusunda en iyi teknik üzülerek söylemem gerekir ki okuma tekniği. Yani yine okuyacaksınız arkadaşım okumadan bir şey öğrenilmiyor. Kelimeleri cümle içinde okuyarak öğreneceksiniz.  Zaten sözlüğe bakıp bir kelimenin anlamını ezberlemek o kelimeyi bilmek anlamına gelmiyor. Cümle içinde nasıl kullanıldığı da önemli.  Daha çok kelime için daha fazla okuma yapmanız gerekiyor. Okuma derken bir elinize hikaye kitabı bir elinize sözlük alıp bilmediğiniz kelimeyi sözlükten bakarak okumaktan bahsetmiyorum. Gramer konusunda biraz aşama kaydettikten sonra hikayeleri anlamaya çalışmadan okumak, kelime öğrenme açısından çok faydalı. Bu okumadaki amaç okunan hikayede ne demek istendiğini anlamak değil kelimeleri yakalamaya çalışmak. Bilmediğin kelimeleri cümle akışlarından tahmin etmeye çalışacaksın. Biraz da kafa yoracaksın haliyle. Üstelik farklı anlamları olan kelimeleri farklı cümlelerde gördükçe o kelimenin diğer anlamlarını da rahatça öğrenebileceksin. Seçtiğin hikaye kitabı daha önce Türkçesini okuduğun bir hikaye kitabı olursa tam süper olur. Oradan anlamak çok daha kolay.  Mesela “go” gitmek demek. Go’nun gitmek demek olduğunu ben zaten biliyordum. İlkokuldan beri her İngilizce örnek cümle kurmak gerektiğinde “I go to school by bus” diye diye iyice bellendi zaten bu kelime. Ancak “go on” kelimesinin devam etmek anlamına geldiğini ben böyle kitaplar karıştırarak öğrendim.

Okumaya ek olarak dinleme de fena bir yöntem değil. Mesela yabancı radyo dinleyerek spikerin söylediklerini anlamaya çalışmak gibi. Ancak bu dinleme işi okumaya nazaran daha bir sıkıcı oluyor. Birçok kelimeyi anlamadığınız için insan çok çabuk sıkılıyor.

Velhasıl kelam İngilizce öğrenmek işine girdiyseniz zaten sıkıcı bir işe girdiniz demektir. İngilizce kelime ezberleme teknikleri veya İngilizce kelime öğrenme teknikleri de sıkıcı. Ancak şu var; bu sıkıcı işleri yaptıktan sonra İngilizce konuşuyor olmak çok eğlenceli. Hele bir de yabancı birisiyle İngilizce muhabbete daldığınızda bütün bu sıkıcı çalışmalar unutulup gidiyor meyveleri yemeye başlıyorsunuz. Ben geçenlerde metrobüste Portekizli bir çiftle tanıştım. Garipler kimselere dertlerini anlatamıyorlardı. Müthiş İngilizcemle (!) şaka maka acayip yardım ettim. Çok hoşuma gitti. Hakikaten yani bu kadar sıkıcı işler sonunda basit de olsa muhabbet edebilmek değiyor yani.

İngilizce Öğrenmek İsteyenlere Tavsiyeler

Bir önceki yazıda İngilizce kursuna giderek İngilizce öğrenmenin o kadar da kolay olmadığından ve İngilizce öğrenmek isteyen nice masum vatandaşın bu uğurda ne paralar heba ettiğinden bahsetmiştim. İnsanlar tabii olarak sormaya başladılar, peki bu dili nasıl öğreneceğiz, bu dili konuşabilen bütün Türkler annesinin karnında öğrenmedi ya? Tabi bu soruları bana sormadılar, zaten soruyorlardı da ben bu yazıyı yazdıktan sonra üzerime alındım ve cevap verdim: Evet bu dili öğrenmek zor ama imkansız değil.

Bir dil en rahat o dilin konuşulduğu ülkede bir süre yaşayarak öğrenilir. Ancak o ülkede kalarak dili öğrenmek için de sanırım biraz alt yapıya ihtiyaç var, ben hiç yurtdışına gitmedim ama kesin ihtiyaç vardır yani. Sonuçta dilini hiç bilmediğin insanlarla sıfırdan nasıl iletişim kuracaksın ki? Yüzme bilmeyen insanın yüzme öğrenmek için denize atlaması gibi bir şey olur herhalde.

Burada bahsettiğim dilin konuşulduğu ülkeye gitme fırsatı olmadan kendi imkanlarıyla veya kurslara giderek bu dili öğrenmek isteyenler nasıl öğrenebilir; ondan bahsetmek istiyorum. Yoksa yurtdışına gidip orada kalma imkanı olan insana o saatten sonra akıl vermek benim işim değil.

Öncelikle bu dili öğrenmek istiyorsanız fena halde sabırlı olmanız lazım. Çünküleyim dil öğrenmek çok çok sıkıcı bir iş. Dışarıdan bakınca İngilizce kursuna giden insanlar çok neşeli, içeride çılgınlar gibi eğleniyorlar laylaylom gibi geliyor ama öyle değil. Onlar kursun içerisinde bildiğin ders yapıyorlar. (Bu arada İngilizce kursu veya diğer yabancı dil kurslarına kızlı erkekli ortamlara katılmak için gidenler de var ama onlar başka yazıların konusu.)

Yeteri kadar sabrınız var ve İngilizce öğrenmek için de güzel bir kursa başladınız diyelim iş orada bitmiyor. Öncelikle ilk yapmanız gereken kursta devamsızlık yapmamak. Dersleri aksatmamak, dikkatli dinlemek, derslere katılmak. Kendimi lise öğrencilerine nasihat verir gibi hissettim ama cidden dil öğrenmede kursa devamlılık çok önemli. İpin ucunu bir yerden kaçırınca toparlaması çok zor oluyor. Ancak bizim milletin anlayışı şu şekilde: ‘Ben bu kursa para verip geldim. Özel ders alıyorum. Kursa ister gelirim ister gelmem. Ama bu kurs bana bu dili öğretmek zorunda.’ Böyle bir şey yok arkadaşım. Tamam kurs devlet okulu olmadığı için devamsızlık yapma konusunda serbestsin ama kursa gitmezsen de bu dili öğrenemezsin yani yapacak bir şey yok.

Neyse bütün bunlara dikkat ettiniz ve işin teorik kısmını kurs vasıtasıyla öğrendiniz diyelim:

Bir şekilde öğrendiklerinizi okuma, yazma, dinleme ve konuşma pratiğine aktarmanız lazım. Mesela bazı kitapçılarda seviyelere göre yazılmış İngilizce hikaye kitapları var. Onlardan kendi seviyenize göre birkaç tane alıp okumak okuma pratiği için ideal. İstanbul’da Akmar’da bu iş için sürüsüne bereket kitap bulabilirsiniz. Okumak İngilizce öğrenmek için çok önemli olmakla birlikte tek başına yeterli değildir. Zira bol miktarda dinleme de yapmanız lazım. Bunun için de en kestirme yol film ve dizi izlemek. Yabancı dizi veya filmleri Türkçe altyazılı şekilde dikkatlice dinleyerek izlemek dinleme yapma açısından çok faydalı olacaktır. Baktın gramer işini hallettin o zaman İngilizce altyazıyla izlemeye başlayabilirsin. -Lafın burasında bir şey söylemek isterim: Ben yapamadım ama sadece yabancı dizi izleyerek ve online oyunlar oynayarak İngilizce öğrendiğini iddia eden bir grup var. İnanmayan Google’a girip arama yapsın. Orada öylece duruyorlar ve dizi ve film izleyerek İngilizce öğrendiklerini iddia ediyorlar. Ben ki gelmişim Upper Intermediate (ortadan bir sonraki ileri seviyeden bir önceki) seviyesine ve hala İngilizce altyazılı filmi anlayamıyorum bunlar nasıl yapıyorlar hayret.-

Sadece okuma ve dinleme de yeterli değil tabi. Bir de yazma kısmı var. Bu kısım da en az ikisi kadar önemli. Bunun için internet biçilmiş kaftan.

Bütün bunlardan daha elim ve daha vahim olmak üzere konuşma pratiği yapmanız lazım ki zurnanın zırt dediği yer burası oluyor. Bunun için anadili öğrendiğin dil olan biriyle bol bol konuşman lazım. İyi de nereden bulacaksın seninle devamlı İngilizce konuşacak insanı?

İlk üç pratiği internet ortamında yapabileceğiniz bazı siteler var. Livemocha ve Busuu bunlardan benim bildiğim ikisi. Bu sitelere girip üye olarak öğrenmek istediğiniz dilde okuma, yazma, dinleme pratikleri yapabiliyorsunuz. Sadece İngilizce ile sınırlı değil anlayacağınız. Aslında konuşma pratiği de yapılabiliyordur belki ama ben hiç denemedim. Söz konusu sitelerde yabancı kişilerle tanışıp Skype’den konuşarak speaking yapabilirsiniz.

Bütün bunlar için de tabi bol miktarda zaman lazım. Ve maalesef öğrenilmek istenilen dili hayatın her köşesine yerleştirmek gerekiyor. Ben mesela İngilizce kursuna başlamadan önce haftada olmasa bile ayda bir kitap devirirdim. Ama İngilizce öğrenmeye başlayalı beri Türkçe kitap okumak benim için bir nostalji oldu. Hayatım İngilizce hikayeler okuyarak geçiyor. Her şeyin bir bedeli var sonuçta.

Yani uzun lafın kısası dil öğrenmek istiyorsanız çabalamanız lazım. Hiçbir kurs İngilizce’yi bir çip içinde beyninize nakşetmeyecektir.

İngilizce Kursuna Giderek İngilizce Öğrenebilmek

İngilizce bilmenin önemi artık herkesin malumu. Türkiye’deki eğitim sistemi de herkesin malumu. Normal bir devlet okuluna gidip de İngilizce öğrenmek mümkün değil. Bu sebeptendir ki yurdumuzun dört bir yanı İngilizce kursları ile dolu. Bu kurslar gayet büyük bir pazar oluşturmuş durumda. Kalabalık bir yerde yürürken “İngilizce öğrenmek ister misiniz?” diyerekten elinize broşür tutuşturulması artık sıradan bir olay. Toplu taşıma araçlarına bindiğinizde tutunma kolunda bir İngilizce kursunun “3 haftada İngilizce konuşmak istermisiniz?” ilanı da gözünüze çarpmıştır muhakkak. (ayrı yazılması gereken ‘mi ‘ekini bitişik yazacak kadar Türkçe bilen insanların İngilizce öğretmek gibi bir işe girmesi ayrıca manidar.) Tabi üç haftada Amerikan filmlerini altyazısız izleyebilecek olmak insanın kulağına çok hoş geliyor. Ancak işin hiç de öyle olmadığı bu kurs ortamlarına girdikten sonra anlaşılıyor.

Benim işimde İngilizce gerekli değildi aslında. Ta ki patronum ‘İngilizce kursuna git de İngilizce öğren’ diyene kadar. Kursun ödemesini de patron yapınca ben de yazıldım bu kurslardan birisine. İsim vermeyeceğim ama gittiğim kurs Türkiye’de İngilizce kursu konusunda en çok duyulan marka. Kursa başlamadan önce sıfır seviyesindeydim. Yani beginner, yani başlangıç. Kendi seviyemden insanlarla bir sınıfa koydular beni. Ancak daha ilk günden bir sorun vardı. Kurs başlarken bize her sınıfın 16 kişilik modern sınıflar olacağı söylendiği halde sınıfımız 24 kişiydi. Kurs yönetimiyle görüştüğümüzde bunun geçici bir sorun olduğunu sınıfın ikiye bölüneceğini söylediler. Birkaç gün sonra sınıf ikiye bölündü ama kurs yönetimi bölmedi. İnsanlar daha ilk günden İngilizce öğrenmek işinin o kadar da kolay olmadığını anlayıp kendileri bölündüler. Sonuç: 24 kişiyle başladığımız başlangıç kuru 5 kişiyle bitti. Biraz ilerleme oldu aslında. En azından artık İngilizce kendimi tanıtabiliyordum. Tabi derdimi anlatacak kadar İngilizce öğrenememiştim. Zaten bu derdini anlatacak kadar İngilizce’nin ne kadar olduğunu da hala öğrenebilmiş değilim.

Derken ikinci kur, yani elemantary kuru başladı. Bu kurda da sınıf 23 kişiydi ve kurs yönetimi hiç merak etmememiz gerektiğini, sınıf mevcudunun bölüneceğini söyledi ve yine yönetimin bir şey yapmasına gerek kalmadan sınıf mevcudu kendiliğinden yarıya düştü.

Böyle böyle beşinci kura kadar, yani upperintermediate seviyesine kadar geldim. Şunu da söyleyeyim, başlangıç seviyesindeki ilk sınıfımdaki arkadaşlardan beşinci kura geldiğimde benden başka kimse kalmamıştı. Hepsi bu işin zorluğunu anlayıp yarıda bıraktılar. Hatta hocalar bana survivor diyorlardı. Bu kura kadar kursu yarıda bırakan her öğrencinin paracıkları yandı bitti kül oldu. Bir hevesle gidilen İngilizce kursunda insanlar İngilizce’yi değil İngilizce’yi kursta öğrenmenin imkansız olmasa bile sanıldığından daha zor olduğunu öğrenmiş oldular. Bunu öğrenmek için hiç de küçümsenmeyecek paraları çöpe attılar. İnsanlar sanıyorlar ki, ben kursa parayı vereceğim, akşamları da laylaylom sınıfta derslere katılacağım ve üç hafta sonra şakır şakır İngilizce konuşmaya başlayacağım. Yok öyle bir şey. ‘Bilmem kaç günde İngilizce konuşturuyoruz, İngilizce öğrenmek artık çok kolay’ filan, hepsi hikaye. Sadece İngilizce de değil aslında, herhangi bir yabancı dili öğrenmek, -eğer o dilin konuşulduğu ülkede bulunma şansınız yoksa- o kadar da kolay bir şey değil. Zaten aklı  başında kurs yöneticileri de bunu kursa katılacak öğrencilere söylüyorlar. Hatta bana kayıt esnasında müdür bey İngilizce kurslarının İngilizce öğretmede ancak yüzde 30 etki edebileceğini ve geriye kalan yüzde 70’lik kısmı öğrencilerin kendilerinin üzerine koymaları gerektiğini açık açık söyledi ki söylediği hiç mantıksız değil.

Yani demem o ki, İngilizce öğrenmek için kursa gitmek istiyorsanız çok iyi düşünün. Bir kere kurs reklamlarındaki abartıların hepsini unutun. 3 haftada asla ve asla İngilizce konuşamayacaksınız. Hatta üzülerek söyleyeyim, kursa nizami olarak gitseniz ve her söyleneni yapsanız bile Amerikan filmlerini altyazısız izlemeniz çok zor. Bakın imkansız demiyorum belki yapanlar vardır ama çok zor.

İngilizceyi bu şekilde öğrenmek zor da hepten mi imkansız? İmkansız değil elbette ama nasıl olacağı hususunda bildiklerimi başka seferde yazacağım. Bir seferde bloğa yazacak her şeyi harcamayalım.

Beyoğlu’nun En Güzel Abisi

Ahmet Ümit en sevdiğim Türk yazarlardan biridir. Eskiden kitapları çıkar çıkmaz alır, okur ve hemen yeni yazacağı kitabı beklemeye başlardım. Polisiyenin içine harmanladığı tarihi bilgiler insana tarih okumayı sevdiriyordu. Ama Beyoğlu’nun En Güzel Abisi romanını okumadan önce okuduğum iki kitabı İstanbul Hatırası ve Sultanı Öldürmek romanlarını beğenmemiştim. Daha doğrusu tarih kısmı iyiydi de polisiye kısmı kötü demeyeyim ama biraz yavandı. Tamam tarih meraklılarına tarih okumaları yaptıran kitaplardı bunlar ama ben Ahmet Ümit kitaplarını okurken tarihin yanı sıra acayip sürükleyici bir polisiye okumak istiyordum.

Maalesef ki Ahmet Ümit kitaplarında daha çok tarih kısmına ağırlık veriyor polisiye kısmı ise yavan kalıyordu. Buna rağmen Beyoğlu’nun En Güzel Abisi romanını da yine çıkar çıkmaz aldım ve iki günde bitirdim. Sonuç pek de içler açısı değildi açıkçası. Yazar eski kitaplarında polisiyenin yanında tarih harmanlarken bu kitapta tarihi bilgi de yoktu. Bunun yerine Gezi Direnişine değinmiş ve yanında vasat bir polisiye sunmuştu okurlarına.

Tarlabaşı’nda işlenen bir cinayeti araştıran Başkomiser Nevzat Gezi Direnişi hakkında da epey bilgi sahibi oluyordu. Kitap Gezi olaylarından bir sonraki yılbaşında başlıyordu. Polisin attığı fişekle gözünü kaybeden insanlar, Gezi direnişçilerinin yardım yaptığı insanlar filan. Gezi Parkı’ndaki ağaçların direnişte hayatını kaybeden insanların ismini haykırması kitaba fantastik öğeler de katmıştı. Bunun yanı sıra polisiye kısmı da biraz vasat kalmıştı yine.

Adsız

Her şey bir yana kitapta geçen  lakaplar bana eski Türk filmlerindeki lakapları hatırlattı. O kadar çok mafyavari lakap vardı ki Dikiş Tutmaz Sabri birazdan zuhur edecek kitaba diye bekledim. Zira bir o eksikti. Neyse bu kadar kitap eleştirisine son verirken tek tek not ettiğim kitapta geçen lakapları aşağıya yazıyorum. İşte o fantastik lakaplar;

Titiz Tarık : İşini çok dikkatli yapan kiralık katil.

Külbastı Mehmet: Mahallede olan biten her şeyi bilen meşhur dedikoducu lokantacı

Kara Nizam: Kumarhaneci mafyacı.

Pire Necmi: lakabından da tahmin edilebileceği gibi kendisi kısa boylu mafya adamı

Barbut İhsan: Kumarhaneci.

Janti Cemal: Eski kabadayı.

Deli Nazlı: Anarşik karı.

Saltanat Süleyman: 4 karısı olan ve onları pazarlayan pezo.

Kambur Şakir: Kahvehanede ocakçı.

Pirana: Tinerci serseri.

Keto: Tinerci serseri.

Diyojen: Rum mu Ermeni mi belli olmayan kültürlü deli.

Alyanak Remzi: Balık pazarındaki bir manav.

Langa Sait: Bu da balık pazarında manav. Langa’nın hıyarı meşhurmuş ya oradan geliyor galiba.

Damat Sacit : Mafya avukatı. Damatlığı bakan damadı olmasından.

Çarkçı Abbas :Otopark mafyacısı.

Bıyık Şevki : Ulvi bir mafya babası. Kurtlar vadisindeki Halo Dayı gibi.

Kadı Halil : Adaletiyle ünlü nargileci kabadayı.

Üşengeç Agah: Eski kabadayı.

Gerilla Civan: Gaz fişeğini eliyle yakalayıp barikatın öte tarafına atan gezi direnişçisi Kürt abi.

Çekirge Memo: İyi zıplamasıyla ünlü eski tinerci.

Kütük Nuri:Gezi direnişçilerini polise ispiyonlayan tinerci evsiz.

Balon Kamil: Gezi direnişçilerine muhbir olarak katılan evsiz. Böbreğinde taş varmış gezi direnişçileri iyileştirmiş kendisini.

Kesik Müslüm: Pavyon işleten adam.

Tek Taşak Şükrü: Başka bir pavyon işleten adam.

Dişlek Sabri: Bu da başka bir katil.